
24 Ocak 2010
20 Ocak 2010
DİLEK

elektirik tellerine sıra sıra dizilen sığırcık sesleriyle uyanıp, perdenin aralığından sokağa baktım. buğulu camı iki parmağımla silmeden dışarıyı görmek mümkün değildi. alçak evlerin kiremit çatılarında tüten bacalar aklıma dondurucu kış soğuklarında ekmeklerinin mücadelesini veren Tekel İşçileri'ni getirdi. sustum. o sıra göğe bir merdiven gibi uzayan servi ağacım ilişti gözüme, esen rüzgarda hafifce salınıyordu. iki ürkek güvercin karşımdaki alçak binanın çatı oluğuna konmuş suskunca beni seyrediyordu. onlarla öyle bakışırken 19 ocakta öldürülen bir başka ürkek güvercini Hrant'ı anımsadım. o an yüreğim mermere düşmüş bir su taneciği gibiydi, artık aklımla da başa çıkamıyordum, içimde kırılan çiçekli bir dal gibiydi zaman. ne yaparsam yapayım kötülükler bilincimi tıpkı zehirli bir yılan gibi sancıyordu. aklımı tüm bu olup bitenden koruyabilmem için gözlerimi usulca kapadım. artık her yer kapkaranlıktı. o karanlıkta dünyanın hiç sönmeyen sımsıcak fenerini düşündüm. o fenerin niçin hiç sönmediğini, kimin tarafından, niçin hiçbir karşılık beklenmeden yakıldığını düşündüm. gözlerimi açınca omzundaki iplik tanesini alır gibi elimi uzatıp, masmavi gök/yüzünde ışıldayan kış güneşine dokunmak geçti içimden....
15 Ocak 2010
sessizliğe dair
6 Ocak 2010
İNSANA DAİR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yeni adresim
ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /
-
Kimi kadınlar vardır nehirlere benzer Denize dökülmeyi düşler masmavi bakışları Oysa bir tek zamandır bunu başarabilen Işığ...
-
Suların duru, masalların gri olduğu bir ülkede; saçları temmuz güneşinde kızaran başağı andıran, gözleri karanlıkta gümüş ayd...
-
bilir misin lavanta kokusunu? hiç rastgeldin mi gün batımına? çok konuşasın varken,susup kaldığın olmadı mı hiç? yoksa ...