28 Şubat 2009

mırıldandıkça






Her adımda büyüyen bir çölse mazi,
Uzak içimizdeki en yakın yer hâlâ.
Gülüşü sımsıcak bir çiçeğe,
Gebe kalmış dalda;
Konuşsan bahar, sussan eylül...

T.Kurt

27 Şubat 2009

ZEZE

'söğüt ağacından
zeze yapmak
çocukken en çok sevdiğim şeydi'

uzaklardan geldim!
heybemde
kıyılardan topladığım
ölü deniz yıldızları...

göğsümde kaynayan ocakta
ak düşlerim...



t.kurt

25 Şubat 2009

MIRILDANDIĞIM DİZELER.






"adını andığımda susup kalırdım
bir deniz açılırdı önüme
iki yanı silme çiçek tarlası
nerelere gitmezdim
içimde ellerinle kurduğun
aşkın en büyük krallığı"

A.TİMUÇİN

"anılarım kar topluyor inceden
bir yaşam gibi geçmişin üstüne
ama yine de bir unutuş değil bu
sızlatıyor sensizliği tersine
senin kim olduğunu bile bilmezken
sevgiden caydığım yerde darıl bana"

M.ALTIOK


"baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi"

CAN YÜCEL

"Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne."

AHMET ARİF

"İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım"

TURGUT UYAR

"Yol kenarlarındaki
yağmur mazgallarını
kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım."

S.AKIN


Eski İstanbul mimarisinde her yapının güney duvarına
güvercinler için küçük bölümler eklenirdi. Camilerde,
medreselerde, yalılarda, saraylarda bu bölümlere
güvercinlik denirdi.

İşte şiir de benim düşlerimin yüreğimdeki
güvercinliği oldu hep...


T.KURT



18 Şubat 2009

AŞKA DAİR- 2





Aşk bir çeşit inmedir: aşkın saati çalar, gözlerin birkaç saniye birbirine kenetlenmesi aşkı başlatır. Aşk başlar başlamaz Eros kolları sıvar. Biraz serseri, biraz katı, biraz dalgacı, biraz düşüncesiz Eros aşkın tüm yasa düzenini herhangi bir aşk ilişkisinde baştan sona yeniden kendine göre etkin kılmak ister. O zaman Agape araya girer, Eros’un katılıklarını yumuşatır. Eros doğallıktır ama Agape sevecenliktir. Eros sarılmayı Agape okşamayı bilir. Eros şimdidir Agape her şeyi dünüyle ve yarınıyla alır. Eros bencil Agape özverilidir. Agape kendi için bir şey istemez. Adanmışlıktır o. her zaman kurucudur. Eros’un saldırgan olabildiği yerde Agape bir iyilik meleğidir. Eros yara açar Agape yara sarar. Eros dayanıklı Agape kırılgandır. Eros ve Agabe aşkta sonsuz bir dengedir. Çünkü Eros etkin olduğunda aşk yırtıcıdır, yıkıcı ve acımasızdır. Agape daha egemen olduğunda sevecenlik öne geçer. O zaman aşk yumuşar, gerilimini yitirir, düz bir sevgi olmaya doğru gider. Oysa aşkta güzel olan her ikisinin de dengesidir.

Aşk bu ruhsal dengenin sağlandığı kalplerde sürekli kendini yenileyen bir keşiftir. Onda insan insanı keşfeder. Onda insan başkasına ulaşmanın, başkasına kavuşmanın yollarını arar ve kendini yeniden yaratır. Aşk insan için, gerçek insan için bir kaçınılmazlıktır. Aşk dünyayı sömürmekle sınırlanmış bir insan için değil de dünyayı yeniden kurmaya çalışan insan için zorunlu bir etkinliktir. Sanatta olduğu gibi aşkta da insan kendini bir ruh ve beden bütünlüğünde yaşar, bu bütünlükten giderek daha geniş çerçeveli bir bütüne ulaşır. Gerçek aşk, tıpkı gerçek sanat gibi bir bireyden yola çıkarak dünyaya ulaştığımız yerdir. Yani aşkta bir insanla bütünleşmemiz bizi bütün insanlıkla bütünleştirir. Aşk gerçek, en gerçek kültür ortamında yaşanan en değerli, en anlamlı, en evrensel “ben”dir.

SOSYALİZM

Her gün öncekinden de derin
Aşk, ince bir sessizlik gözünden sarkıttığın karanlığa
Olmak mı, olmamak mı?
Şu incir ağacının düşü o da belli değil...

Mutluluk acemi bir çocuk
Yaprağın yeşili
Dalında serçe
Yuvasında üç yavru kedi
...

Mutluluk biraz sen
Biraz öte yanı aynanın...

T.KURT

16 Şubat 2009

AŞKA DAİR







Her çağ aşkı kendi gerçekliğinde var etmiş ve her çağda aşk için savaşan serseri ruhlar olmuştu fakat kaba hayvani cinsellikten insanın kurtulması bireyin öne çıkmaya başladığı zamanlarda gerçekleşti. Birey kendi varlığının farkına vardığında etrafını kuşatan onu bir çembere hapseden bütün toplumsal ve dini sınırları ilk önce aşktaki sınırları yıkarak ortadan kaldırdı. Çünkü aşk iki insanın otoritenin toplumsallığından kaçıp kendi özgürlük alanını yaratmasıydı. Bilimin ve sanatın özgür düşünceyle birçok ezberi bozup yaşamı kolaylaştırdığı geçtiğimiz yüzyıldan bu yana aşkta gitgide kolayladı ve bu kolaylığın yarattığı yeni sınırlarda modern insan artık içinde yaşadığı yeni toplumun -özel mülkiyet düzeninin- kaçınılmaz bir sonucu olarak onu da her şey gibi satın almaya başladı. İşte böylece yeniden başladığı yere; kaba cinselliğe döndü.

Her şeyin anlık tüketildiği bu yeniçağda aşkın ayakta kalması elbette zordu. O halde onu yeniden tanımlamak için sanata da yeni bir boyut kazandırmak ya da daha doğru söylemek gerekirse sanatı da yeniden tanımlamak gerekiyordu. Sınırsızlığın sınırları işte böylelikle çizilmiş oldu. Post-modernizm doğdu.

İnsanlığın biricik öznesi aşkta başlayan bu yeni dönem özgürlük propagandasıyla yarattığı ötekilerle hala sürmekte ve geçmişin din ile çizdiği sınırları çizme çabasının ötesine geçememekte. Bir yerlerde gerçek aşkın izinde giden serseri ruhlarsa çölün yüreğinde saklı kalmış bir vahayı hâlâ aramaktalar.


ELİF

Ey ateşten süzülen yar!
Ömrümü al.
Bil ki ben
Ömrümü sarıp gül yaprağına
Kaç zamandır seni düşledim...

Gecenin penceresinde ışığını
Sabahın penceresinde yüzünü beklediğim
Ey dağların rüzgârına âşık mavi gelincik
Ey sonrasızlığa giden küçük gemi
Ey milyon kere öldüğüm anlam!

Temel kurt

13 Şubat 2009

FENER







Göğün fenerini yakıyordu güvertenin ucunda duran denizci
Ben şiir okuyordum
Bir kadın ağlıyordu

Hiç yalan söylemeden yalnızca susarak
O büyük suskunluğun yüzüne ışığı dokuyordu ateşböcükleri
Derinleştikçe an, daha da mavi oluyordu her şey.

Büyük buyruğuyla doğduğunda güneş
Ona dönüyordu yüzünü ayçiçekleri.
Kaç kez yandı kim bilir öpünce gözlerini.


t.kurt

9 Şubat 2009

ZAMAN






Ömrümüzün tipiye tutulduğu
Gökyüzünü hırçınca kamçılayan
Bulutları kayıp, yolları ırak
Alevin sıcak alazında ateşin bile üşüdüğü
Zamanlar vardır.

Ne yaşarsak aynalarda kalan zamanlar...

Öğrendiğin her aşktan bir unutulmuşluk anımsadığın
Unutulmuşluklarındansa hiçbir aşka varamadığın
İmgeleri eylül, imgeleri çocuk, imgeleri kederli
İmgeleri uzak zamanlar...

Kendi masalına kilitli, kendi rengine tutsak
Kendi imanıyla sarhoş, kendi devrimine hükümlü
Gümüşü karartan
Düşen kalplerin karakutusu olmuş zamanlar...

Penguen kadınların yaşadığı uzak kıyılarda
Bıçağın keskin yüzüyle umudunu bileyen
Matematiğin bile baş edemediği bir sonrasızlıkta
Başladığı yerde, gözlerinde biten zamanlar...

T.KURT

7 Şubat 2009

MAVİ BONCUK





Yaklaşmakta olan yerel seçimlerde esen havayı kokladıkça kimi geceler uyuyamasam da bir şair olarak ya da bütün sıfatlarından kendini arındırmış bir insan olarak dünyanın geleceğine dair endişelerim epey çoğalmakta. Tepeden inmeci bir aldatmacayla bilincimin üzerini örtebilmeyi başarsaydım ki bunu yapamadım belki eskileri tekrar ederek ortama kendimi uydurabilirdim. Ama olmuyor aynı sularda ikinci kez yıkanamıyor insan. Milliyetçilikten ve dinden fazlasıyla referans alan günümüz siyasetinin karanlığından uzakta yeryüzünün savaşlarla yıkanmamış bir parça toprağını aramak… Gece sıcak yatağımızda kıvrılıp uyuduğumuzda o gün yaşadığımız kahrolası tanıklıklar yaşama umudumuzu biterse de insana dair sıcacık bir güvenin tazelediği arayışlara sığınmak. Peki, nedir insana güvenmenin sıcaklığında saklı olan?

İşte zor bir soru. Herkesin bomboş fikirlerini ulu orta söyleyerek itibara alındığı, incir çekirdeğini doldurmayacak fikirlerin gündemi değiştirdiği, kara cahil adamların sözlerinin vecize olarak kabul edildiği, kışkırtıcı sloganların günlük hayatı düzenlediği, milyonlarca dolarlık transfer ücreti alarak gazete köşesi kapanların şirket menfaatlerini günlük siyaset olarak gösterdiği, cehaletin karanlığının aydınlık gelecek olarak sunulduğu, yabancı ülkelerin istihbarat servislerine ajanlık yapanların yazılarıyla ortalığı bulandırdığı, kişisel husumetlerini kusmak için fırsat yakalayanların büyük yazar addedildiği, tek özellikleri topluma ait değerler ile alay etmek ve aşağılamak olanların entelektüel yazar olarak görüldüğü, türlü türlü faşist çetelerin insan ölülerini asit kuyularına attığı cunta rejiminin mirasçısı Türkiye’de zor bir soru bu. Neresinden başlamalı, nasıl bitirmeli sözü şimdi?

Peki, niçin yalan yönetenler tarafından kılıfında saklanamaz oldu artık? Ah kadersiz halkların karakutusunda saklı sırlar. Ah avucumun ayasındaki o uzun yol. Ah umudun karanlık sabrını örtünen analar. Ah çığlığı bir gazyağı lambasının fitilinde ışıyan gelecek güzel günlerimiz.


***

Uzaydan bakınca mavi bir boncuk
Buradan bakınca sınır sınır bölünmüş memleketler
Türkiye, Ermenistan, İran, Asya, Afrika....
Bilmem daha neresi, bilmem daha neresi
O onu istemez, bu bunu
Oysa hepsi hepsi bir mavi boncuk şu dünya dedikleri.

t.kurt

3 Şubat 2009

SU




Bütün ilaç tekelleri
İyimserdir aslında
Kimsecikler istemez savaşı
Oysa derler ki; tanrının cennetinde bile ilk şehitlere açılır bütün kapılar.

Unutulur her şey zamanla
Unutulur tayların tunç göğsüne kurşun sıkan ellerin de titrediği
Şarabi bir kedere sığınır o vakit kahraman ölüler
Derler ki; su niçin dengelemez ateşi…


t.kurt

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /