20 Ocak 2010

DİLEK




elektirik tellerine sıra sıra dizilen sığırcık sesleriyle uyanıp, perdenin aralığından sokağa baktım. buğulu camı iki parmağımla silmeden dışarıyı görmek mümkün değildi. alçak evlerin kiremit çatılarında tüten bacalar aklıma dondurucu kış soğuklarında ekmeklerinin mücadelesini veren Tekel İşçileri'ni getirdi. sustum. o sıra göğe bir merdiven gibi uzayan servi ağacım ilişti gözüme, esen rüzgarda hafifce salınıyordu. iki ürkek güvercin karşımdaki alçak binanın çatı oluğuna konmuş suskunca beni seyrediyordu. onlarla öyle bakışırken 19 ocakta öldürülen bir başka ürkek güvercini Hrant'ı anımsadım. o an yüreğim mermere düşmüş bir su taneciği gibiydi, artık aklımla da başa çıkamıyordum, içimde kırılan çiçekli bir dal gibiydi zaman. ne yaparsam yapayım kötülükler bilincimi tıpkı zehirli bir yılan gibi sancıyordu. aklımı tüm bu olup bitenden koruyabilmem için gözlerimi usulca kapadım. artık her yer kapkaranlıktı. o karanlıkta dünyanın hiç sönmeyen sımsıcak fenerini düşündüm. o fenerin niçin hiç sönmediğini, kimin tarafından, niçin hiçbir karşılık beklenmeden yakıldığını düşündüm. gözlerimi açınca omzundaki iplik tanesini alır gibi elimi uzatıp, masmavi gök/yüzünde ışıldayan kış güneşine dokunmak geçti içimden....

2 yorum:

ANILARINIZ HİKAYENİZ OLSUN dedi ki...

İstanbul karlı bugünlerde
Sabah bir kaç kare fotoğraf çektim, özlemişim...

Öğle saatlerinde Kış güneşi ne bıraktı gökyüzünü.

Yeryüzünde ise başka bir Kış güneşi:)

Adsız dedi ki...

ödülünüz var :)

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /