Akşamın alaca karanlığında, kurşuni siyahlıkta bir karga renklerinden, kiremitlerinden yoksun, kırık dökük çatıların arasından kanat çırpıyordu.
Kuzguni siyahlık gökte toplanan kurşuni bulutları delerek çıkan güneşin alacasıyla parlıyor, kırmızı gagasını açıp kapayarak belki bir lokma belki de oyacak bir göz arıyordu.
Bunu kimse bilemezdi.
Onun beynine kimse giremezdi.
***
Küçücük, şirin, kuzguni siyah kıvırcık saçlarıyla gözleri ışıl ışıl bir çocuk çocuksu keşiflerin merakıyla etrafına bakınıyordu.
Yığın yığın çöpler, çamurlu delik deşik yollar, yanmayan sokak lambaları… Yıllardır giyilmekten rengi değişen paltolarına sıkıca sarılmış, yüzleri soğuktan morarmış insanlar…
Tezgâhında kalan bir kaç simitini satabilmek için köşede bekleyen simitçi…
Sanki ayakları geri gidermişçesine dalgın, hüzünlü evine giden bir baba…
Belki evinde bekleyeni yoktu.
Belki de ekmek bile alamadığı için intihar edecekti.
Bunu kimse bilemezdi.
Onun beynine kimse giremezdi.
***
Su gibi paraların harcandığı, etraflarında flaşların patladığı, kibarlıktan yenmeyen yemeklerin çöpe atıldığı, çılgınca müziklerin kulakları patlattığı mekânlara inat,
Işıltılı gökdelenlere inat, her bir duvarı bir başka renge boyanmış pencereleri balonlarla, grapon süslerle dolu cici okullara inat; şekilsiz, iç içe geçmiş hangi pencere hangi evin olduğu bilinmeyen evler, bir sıraya beş, yedi kişinin oturduğu sümükleri forma diye giydikleri paçavralara silinmiş, ayak parmakları da öğrenme merakıyla pabuçlarından fırlamış çocukların doluştuğu okullar…
Çöplerden yiyeceklerin toplandığı, parasızlıktan cinnet geçirilip babaların çocuklarını öldürdükleri, sattıkları; kara kışın en soğuk göbeğinde bile ısınacak bir köz ateşi bulunmayan bu mekânların insanlarını…
31 / Aralık / saat: 23.55
Şehrin göklerinde yanıp sönen, şekilden şekile giren havai fişeklerin renkleri yaşanmayan sanrılara sürükler.
Son ışıklarda tükenir. Suratları çamurlu, saçları keçe analarının ördüğü kazaklarla soğuğa meydan okuyan çocuklar bir bir evlerine girerler.
01 / Ocak / saat: 24.05
Evine dalgın dalgın gelen adam, her zamanki gibi kadın feryatlarıyla karşılaşır kapıda.
‘’Yine mi eli boş geldin, boyu bosu devrilesice. Be hayırsız, beceriksiz adam. Komşular bile bize yüz çevirdi...’’ 35 yaşlarında, saçları ağarmış, yüzü çatlaklarla dolu adam kadının çığlıklarını ve ağlayan çocukları duyamaz bile…
Ayakları sürüklenerek odaya gider, kapıyı kilitler, odadaki tabureyi ortaya çeker. Hiçbir şey düşünmez.
Ya bir rüyadadır ya da daha önceden tasarlandığı için sıradan bir iş yapar gibi hareketleri duyarsızdır. Çantasından halka yapılmış urganı çıkartır, tavanda daha önceden çaktığı çengele takar, taburenin üzerine çıkar. Halka boynunda.
Feryatlar, çığlıklar, ağlaşmalar…
Siyah karganın saydam gözleri parlar. Dolunay kızıla döner.
O gece tüm mahalle sanrılar içinde intihar eder. Hiç biri, hiç bir şey düşünmez.
Şekilsiz iç içe geçmiş evler susar. Sadece çocuklar kalır geriye.
Onlar da ölürler bir bir, sevgisizlikten ve açlıktan.
Kargalar.
Yüzlerce.
Ölenlerin bedenlerini didikler günlerce.
***
Tanrı kızar. Mahalle sakinlerinin ruhlarının öbür dünyaya gitmelerini yasaklar.
Kıyamet kopana dek, ruhların acı çekmesine karar verir meleklerine bildirir. Melekler emri uygular.
***
Tanrı işine dalar, kıyameti unutur.
***
O savaş, bu savaş derken dünyada yaşam tükenir.
Tanrı’ya görevlerini yerine getirenler cennette sefa sürerler, mahalleliler ise hâlâ kıyameti beklemekteler...