25 Ağustos 2010

ONLARA DAİR

zambağın somutlaşmış çıraklarıdır onlar
şişe kırığı tarlasında boy verirler acıtarak
korkuyla varolur, korkuyla geçerler köprülerinden
ki düş kadar yalandır senden giderken sana bıraktıkları

t.kurt

23 Ağustos 2010

Sanılar

Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitabı okumaya çalışıyorsundur kim bilir

Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsin
Belki de anılarını deşiyorsun bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi bir elma yemeyi kurarak
Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin

Mahpus gibi tutsak gibi belki köle gibi
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir
Belki de kendini bağışlamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık tirenler gibi öylece kalakalmışsındır
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sen de benim gibi ölesiye yalnızsındır


Afşar Timuçin

13 Ağustos 2010

kırmızı ve mavi




Seninle anlam bulan kırmızı soluğum
Yüzümün o suskun mavisi
Her şey ölüyor sevgili.
Oysa sen çocuk İsalar gibisin hâlâ!

t.kurt

10 Ağustos 2010

Peri Kızı'na


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; devenin tellâl, pirenin berber olduğu zamanlarda kartlar ülkesinin uçsuz bucaksız kıyılarında ırmak seslerine komşu ahşap bir kulübede yaşlı Maça Kızı’nın evlat edindiği çirkin bir Sinek İkili yaşardı. Güzeller güzeli Sinek Kızı’yla yakışıklı Kupa Bey’inin yasak aşkından doğan bu talihsiz çocuğu bir sabah kapı eşiğinde buluveren yaşlı Maça Kızı dinmeyen evlat özlemiyle Kartlar Tanrısı’na dualar ederek oracıkta bağrına basmış, ona öz annesini hiç aratmamıştı. Zaman gelip geçmiş ama Sinek İkili hep Sinek İkili olarak kalmıştı. Öyle çirkin, öyle çelimsizdi ki diğer İkililer bile onu asla oyunlarına almıyorlardı. Yaşlı annesi onun bu haline duyduğu üzüntüden bir gün apansız ölüverince artık iyiden iyiye yalnız kaldı ve bu küçük kulübenin dört duvarı arasında yüzünü herkesten saklayıp, geceleri ışıldayan yıldızların pırıltılarında binbir düşe bata çıka yaşamaya alıştı. Günler günleri, yıllar yılları kovalıyor, zaman su gibi gelip geçiyor ama yüreği tıpkı bir örümceğin ağını örmesi gibi sabırla aşka duyduğu o umudu bu çirkin kızın içine örüyordu.

Kartlar ülkesinin yaşlı kralının yakışıklı oğlu Kupa Valesi’ninse tahta çıkması için en kısa zamanda evlenmesi gerekiyordu. Çünkü bu yılın sonuna dek kalbinin prensesini bulup evlenemezse koz maça olacak, tahta Maça Bey’i geçecekti. Yaşlı kral oğlunu bir an önce evlenmeye ikna etmek için kartlar ülkesinin tüm güzel kızlarının katıldığı balolar düzenliyor, bunun için hiçbir masraftan kaçınmıyordu ama ne yaparsa yapsın aşka inanan oğlu kalbinin sahibini bir türlü bulamıyordu.

Günlerden bir gün krallıktaki diğer valelerle bir araya gelip av partisine çıktılar. Her vale bir yöne gidecekti. Kupa Valesi doğuyu, Maça Valesi batıyı, Sinek Valesi kuzeyi, Karo Valesi güneyi seçti. En iyi avı bulup avlamaktı düşleri. Doğunun uzak, hiç kimsenin henüz varamadığı topraklarında bir ırmak çıktı karşısına Kupa Valesi’nin. Su içmek için eğildiğinde suda çok güzel bir yüz gördü. İşte aradığım aşkı sonunda buldum, dedi kendi kendine. Doğrulup kalktığındaysa karşısında çirkin mi çirkin Sinek İkili’yi buldu yalnızca. Okuduğu bir masalı anımsadı o an. Öpsem bir prensese dönüşür mü acaba, diye geçirdi aklından. O an bu düşünceye o kadar inandırmıştı ki kendini yaklaşıp apansız öpüverdi Sinek İkili’yi.

Masala göre göğün gürlemesi, yıldırımların çakması, ortalığın zifiri kararması ve tekrar aydınlandığında bu çirkin Sinek İkili’nin güzeller güzeli bir prensese dönüşmesi gerekiyordu. Ama bunların hiçbiri gerçekleşmemişti. Hatta çirkin Sinek İkili bile telaşla kaçıp gitmişti yanından Kupa Valesi’nin.

Diğer valelerle buluşmayı kararlaştırdıkları yere vardığında, tüm valeler bu çirkin mi çirkin gencin üzerine çullanıp onu yakaladılar. Söyle kimsin sen, nereden buldun bu giysileri, ne yaptın Kupa Valesi’ne, dediler. Ne dedi, ne anlattıysa bir türlü inandıramadı kendisinin Kupa Valesi olduğuna oradakileri. Zincire vurup saraya götürdüler, ama saraydakiler de inanmıyordu onun Kupa Valesi olduğuna. Acılar içindeki Kupa Bey’inin fermanıyla halkın gözü önünde asılmasına karar verildi. İpe giderken bile susmak bilmez bir yaşama çabasıyla Kupa Valesi olduğunu haykırıyordu.

Ancak asıldığı ipte eski haline dönünce herkes anlayabildi onun gerçekten yakışıklı Kupa Valesi olduğunu.

t.kurt

8 Ağustos 2010

PORSELEN KIZ

artık susup sadece o şarkıyı dinliyorum. evet zaman istemesek de öğretiyor insana bağışlamayı. bağışlamak insanın kendiyle hesaplaşması, bağışlamak tutunmak işte

http://fizy.com/#s/1agxa4

...ama yine de sen hep bi porselen kız olarak kalıyorsun içimde...

Neye benzer ateş,
Nasıl pişer toprak?
Ellerin, ellerinde mayıs sancısı.

Suya nasıl çizilirse ebru
Öylesi işte
Büyür içinde çocuk.

Patiska yüzünde
Kırıkların karışır kırıklarına.
Sevgiye yapışır parçaların...

T.Kurt

1 Ağustos 2010

geçmiş zaman hikayeleri


Ben çocukken bayram yerleri kurulur ve ben bayram harçlığımla oralara gider salıncağa binerdim. Salıncakçı salıncağı kendi belirlediği bir süre sallar, sonra bağırmaya başlardı; “yandı, yandı” diye. Böylece verilen paraya karşılık çocukların salıncağa binmiş olduklarını ve paralarının yandığını hatırlatırdı. Ama sonra çocukların üzüldüğümüzü görünce, onları mutlu etmek için; “bu da cabası, bu da cabası” diye bağırarak dört beş sefer daha sallardı salıncağı


İşte benim en mutlu olduğum an bu cabası diye salıncak sallanırken sallandığım andı.

t.kurt

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /