21 Şubat 2011

ÖLÜ ZAMANLAR

Tatsız tuzsuzdum. Üzerimde ağır bir yükle uyanmıştım, yataktan kalkmak zor geliyor fakat parmağımı bile kıpraştırma isteği duymuyordum. Duvarların rengi soluk, içerinin havası ölü gibiydi. Pencerenin aralık perdesinden sokağın başındaki çınar ağaçları gözükmekteydi. Ağaçlar yapraksız, hava buz gibi, her şey ama her şey içimdeki denize çok uzak, bense her zamankinden de daha yalnızdım. Ezbere bildiğim birkaç şiiri bile kendime mırıldanamıyordum. Saatlerce o mezarda kaldım. Ne acıkıyordum, ne de susuyordum yalnızca bin bir türlü düşünce biri bitmeden diğerine gide gele aklımı meşgul ediyor, hiçbir şeyin sonuna asla varamıyordum. Takvim ilişti gözüme. 14 Şubat iki bin on bir. Oysa bugün pazardı. Demek gene birikmişti yapraklar. Nerden geldiyse aklıma takvim yapraklarındaki yemek tarifleri geliverdi ama gene acıkmadım, tuhaf bi şekilde midem bulandı. 14 şubat bir şeyleri çağrıştırıyordu ya ne olduğu bir türlü aklıma gelmedi. Kafamın içinde bir fare vardı da sanki durmaksızın kablolarımı kemiriyordu. Ah keşke yeniden uyuyabilseydim. Gözlerimi kapadım koyun saymaya başladım. Koca bir çiftliğim olmuştu ama halâ uyuyamıyordum. Dışarıdan gelen ezan sesiyle gözlerimi açınca aklıma gene bir soru takıldı. Acaba gerçekten tanrı var mıydı? Ne kadar düşündümse de tanrıya dair hiçbir iz bulamadım. Pencerenin aralığından içeri sızan gün ışığı yüzüme düşünce içimde bir şeyler ısınır oldu, artık bu mezardan kalkmak, dışarı çıkmak ister gibi oldumsa da yastıkta başımın oluşturduğu çukurun sıcaklığından vazgeçemedim. Tavanda siyah küçük bir karartı ilişti gözüme. Beyazın sonsuz boşluğundaki bu kara noktanın ne olduğuna yordum aklımı. Bu olsa olsa aşktı ama ölü, artık uçamayan bir aşk. Aşkla alay ettiğim için kendi kendimi azarladım. Mezarımı öyle çok seviyordum ki sanki orada dünyanın dışına çıkmış gibiydim. Kapı zili çalıyordu açmıyordum, telefon çalıyordu açmıyordum, dışarıdan korna sesleri geliyordu bakmıyordum, içimdeki bana kızıyordu, oralı bile olmuyordum…
t.k

20 Şubat 2011

Bir Nisan Yağmuru

“bir nisan yağmuru” nda ıslandın mı hiç
damlalar akıp giderken yüreğinden
fısıltı çığlığın karıştı mı sularına

içindeki çocuk da baktı mı gözlerine
tuttun mu teninin doruğunda göz izini
soludun mu rengini gökyüzünün

ışığın kırıldığı yerde, gülümsedin mi yoksa
gülümsedin mi söyle…


Aynur Uluç

12 Şubat 2011

ŞUBAT

bilirim erik çiçeklerini
nasıl da bitirimdirler
hele ki ısınmaya görsün ortalık.

imlaya da uymuyor
yanı başımdaki o hırçın gerçek
içimde çoook ağır bi yük var

bu sıralar kafakağıdımdaki ismim aslını arıyor
çocukluğunu, yağmurunu, ille de mavisini
oysa aşk kemirgen bir sırdır, bilirim.

cin ali'nin maceralarıyla okumayı sökmüş
çengelli harflerin pramitlerinde yapayanlız bi şairim
bu yıl da geçti ya, belkim başka bi şubata bulurum seni...

t.k

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /