7 Aralık 2011

SANA DAİR






yüreğimde kar tozutuyor

ellerim buz sarkıtları gibi

kederim ağır, başım belada

sorma sevgili; gene öyle kendime batmışım ki…

sorma sevgili; çiçeksiz öyle yoksulum ki erik ağaçları gibi



TK

6 Kasım 2011

:)


ben kalbimin tıkırtısını duyduğumda
işte orda başlar ilk ders;
no'lursa olsun yaşamak yener her bir şeyi...

tk

31 Ekim 2011

YALNIZLIĞA DAİR...



Onu anımsayınca sanki yüreğine mavi kanatlı bir kelebek konmuş gibi hissetti, aklından binbir türlü şey geçirdi yine. Sımsıkı kucaklayıp yüzünün bütün  gizli çiçeklerini öpüyor, göğsünün ayrığındaki o iki iri yıldıza dokunuyor, sonra düşleri onu o kayıp ülkeye götürüyordu. Rimbaut'un o büyülü orman ülkesinde yenilmez bir yarı Tanrıydı artık.

Sonra ansızın bu zamana dönüyor gene yapayalnız kalıyordu. Elindeki telefonun hafızasından onun adını buluyor, arayıp aramamanın o tarif edilmez huzursuzluğunu, korkusunu yaşıyor, susuyordu. Üzerine bir şeyler karaladığı ufak not kağıtlarını ara, arama diye say diyordu içindeki ses ona, üşenmeden onca kağıdı  tek tek sayıyordu: ara, arama,ara,arama,ara....ara çıkıyordu,arayamıyordu gene. Aramak onun elinden hayallerini de alır diye  korkuyordu.

Sonbahar bitmek üzereydi, günler yağmurlu ve soğuk, geceler yıldızsız ve kapkaranlıktı. Dünyanın dertleri daha bir çoğaşmış oysa eşitliğin ve barışın çaresi hala bulunamamıştı. Dört bir yana yeni ölümler ekiliyor, günden güne umut daha bir kararıyor, her şeyden önemlisi de belki insan yüreği gün be gün daha da bir yalnızlaşıyordu...

tk

14 Ekim 2011

BARIŞ



kutsanmıştı bir kez daha kanlı zaman
dağılmıştı dört bir yana ölülerimiz
sessizliğin çuvalına sığmıyordu ağlaşmaları kadınların
çünkü bütün ütopyalar gene genç yaşta ölmüştü…
tk

12 Ekim 2011

karalamalar

iki gündür midem ağrıyor, korkuyorumda doktora gitmekten, iki bira içtikten sonra başladı bu ağrılar sanki bana artık içmeyide yasaklayacaklarmış gibi bir ses duyuyorum içimde. dayanamam buna, zaten ne yapıyorumki.

geriye dünüp bakıyorumda on yıl hayatımda anmaya değer hiç bir şey yok, herşeyi yutan bir boşluk hayatımı her gün biraz daha içine çekmekte. şimdi daha iyi anlıyorum böçeğe nasıl dönüşülebildiğini oysa bir zamanlar denizin maviliği büyülü bir göl gibiydi içimde.

çocukken ikibinli yılları merak ederdim, ikibin onbir yılında hibir şeyi merak etmiyorum. bazen amaçsızca bu gri şehrin sokaklarında yürürken buluyorum kendimi, olmayan bir yere doğru yürümek biraz olsun rahatlatıyor beni. çizgiyi ne yaparsam yapayım geçemiyorum ama... çemderin içinde yaşamak kum saatindemn akmak gibi, birazdan kendimi altüst edip öbür yana akacağım, aslında bu zaman kavramı sacma bir şey...

epeydir yazmıyorumda, doğru yazmamın bir sebebide yok. bir çiklet reklamı izledikten sonra yazmak anlamsız gelmeye başladı. adam çikleti ağzına atınca hayatın tadını duyumsuyor falan filan...

keşke hayatı dondurabilseydim diyorum eski fotoğraflarıma bakınca....

26 Eylül 2011

KAPKARANLIK

Boktan bir gündü. Kapkaranlık. Oysa bugün iyi olacak diye ummuştu. Rutubetlenmiş kibrit de ne ettiyse bir türlü yanmak bilmedi. Bir sigara içse, biraz kendine gelir, kafası açılır, sıkıntısı dağılırdı. Olmadı yakamadı. Başladı tırnaklarını yemeğe. Böylece biraz oyalandı, sıkıntısı dağılır gibi oldu. Serçe parmağını kanatınca emmeğe başladı, kanı tatlıydı. Boktan bir gündü. Kapkaranlık…
Dışarda gök gürlemeye başlamış oluk oluk yağan yağmurun penceredeki tıpırtısı iyice bunaltmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi bir de midesinin guruldadığını hissetmeye başlamıştı. Ev tamtakırdı. Mutfağın altını üstüne getirse de bula bula bir tarafı çürümeye yüz tutmuş bir domatesle, bayatlamış bir parça ekmek bulabildi. Taşlaşmış ekmek dilimini ağzına atıp çiğnedikçe biraz rahatlar gibi oldu. Serçe parmağında kan pıhtılaşmıştı. Can sıkıntısı, açlık, yağmurun karanlığı, uzandı kanepeye. Sararmış tavanda badananın yutan boşluğu da ayrı bir can sıkıntısıydı. Boktan bir gündü. Kapkaranlık…
Yerde üst köşesi kaldığı yerden üçgen yapılmış kitap ilişti gözüne. Bir kedi gibi yattığı yerde gerinince yetişip aldı yerdeki kitabı. Üçgeni düzeltince dün gece kaldığı son paragraf belleğinde yeniden çınlayıverdi sanki. O sıra odanın aralık kapısı gıcırdadı. Sesin geldiği yana dönünce, aralık kapıdan karşı odanın duvarında üzeri sıva tamiratıyla kaplandığı için şişkin gözüken deprem çatlağı ilişti gözüne. Depremin karanlık sarsıntısı bir an içini titretir gibi oldu yeniden, kitap okuma isteği de o sıra soluverdi. Öylece bıraktı kitabı yere. Bir elini başının altına yastık yapıp sol yanına döndü, karşısında krem rengi bir duvar, bir adım atsa burnu sürtecekmiş gibiydi. İçindeki kederin izini sürmek istemiyor, bunun onu nereye götüreceğini biliyordu ya olmadı o an üst üste yaşadığı tüm bu sıkıntılar kaderini kamçılamış ona gene onu anımsatmıştı. Oysa bir daha hiç onu hatırlamayacak, unutulanlar mağarasında ona da sonsuz bir yer açacaktı. Olmadı. Anımsadı. Saçları yumuşacık, adının bütün anlamları mavi, hep suskun, hep kristal saflığında hiçbir şey değişmemişti ona dair anımsadıklarında. Dışarıda yağmur dinelmiş, pıtırtı kesilmişti. Oracıkta o an kalbine kurduğu panayırda oyunlar oynarken artık onun olmadığını anımsaması da gecikmedi. Her şeyden yoksunlaştı, küfürler etti kendine. Sesi titriyordu. Boktan bir günde bomboktu hali. Ve düşleri kapkaranlık…

tk

4 Ağustos 2011

BAZEN

bazen uzun uzun yağmur yağsın,
her şey sussun, bir tek içimin sesini duyayım istiyorum
ama olmuyor, bu dünyanın sesi boğuyor beni de
o vakit camları kırmak ve çok uzaklara
sarı portakalların korkusuzca yüzünü güneşe döndüğü o kıyıya kaçmak istiyorum

senin gibiler çoğalsa keşke bu dünyada
sıcacık ekmek gibisiniz çünkü
sizin ellerinizi tutmak dünyaya kafa tutmak gibi...

aptallık çağında doğduk
oysa henüz insan kirlenmemişken de gelebilirdik dünyaya
büyük aşklar ve büyük inançlar silinmemişken henüz
istiridyelerin yüreklerindeki incileri kaybolmamışken yani

gecenin büyük güneşini tanır mısın?
işte senin varlığın; gecenin o büyük güneşi gibidir içimin karanlığında...


tk

31 Temmuz 2011

modern zamanlar

Denizin uçsuz bucaksız maviliğinde yitip gitmişti gene. Neden böyle kaçıp kaçıp bu kayalıklara sığınıyor, neden bitiremiyordu içindeki hesaplaşmayı da niçin çıkamıyordu bu lanet olasıca hayat oyununun içinden gene ya bugün daha bir kederliydi işte. Kocası, kızı, çevresindeki bir yığın insan kalabalığının içinde bir çakıl taşı gibi an be an köşelerinin yontulduğunu, yorulduğunu, umarsızlığını duyumsuyordu. İçinde bir kartpostal gibi donup kalmış anılar dışında ağır bir yük oluyor işte böyle kendini bu kayalıklarda buluveriyordu. Açıklardan geçen şileplerin peşi sıra kaybolan gözlerinde anafor yarası bir sızı saplanıyor yüreğine, susup kalıveriyordu bu kayalıklarda. Susmak onu en çok kendinden koruyor yarım kalmış bir sözcük gibi gene umuda sığınmasına yarıyordu en çok. Oysa umut en kötü, en bencil, en bağışlanmaz, en iyileşmez yarasıydı zamanın. İşe güce vermese kendini, sürekli içinde biriken bu ağırlıkla nereye kadar giderdi orasını da bilmiyordu. Boş verebilse; bir martı gibi uçsaydı keşke o da bu hayat oyununda ya olmuyor, yüreği düğümlendikçe burada buluyordu kendini böyle. Ansızın kızının o tatlı gülüşü geldi gözünün önüne, serçe parmağını tuttu sımsıkı. Hayatın bana yegâne armağanı diye geçirdi içinden. Kocasının dünyayı kurtarma kavgasının aslında aşklarını kurtarma kavgası olduğunu anımsadı sonrasında da. Kim kurtarabilmişti ki zaten dünyayı, acının çanağından içmeyen birileri olmuş muydu acep bu hayat oyununda onu da bilmiyordu. Sevmediğimiz ne çok şey, düşlemediğimiz ne çok gerçek sarmıştı dört bir yanımızı da alışı vermiş gene de hayat oyununu oynamıştık o umut denen sözcüğe sığınıp. Alıp bir taşı sektire sektire fırlatmak da vardı ötelere, öylece dalıp gitmekte derinliklere. Başkalarını anlamak elden ele çoğalıveren bir karanfil kızılı düş olsa gerekti bu kimsenin kimseden haberdar olmadığı çağda. Ne çok adam çıkıyordu kendisine aşkını sunan; ne çok yalan, ne çok ihanet gizliydi her birinde oysa. Ellerine dokundukça içlerini okuyordu, kirli içlerini. Etini isteyenleri bu mavi denize gömmek ve orda arada bir su yüzüne öfkesini fışkırtan bir anaç balina gibi yalnız yaşamayı düşlüyordu bir tek. Aşka dair bir yerlerde vaktiyle okuduğu iki satır geliverdi aklına. Maviye maviye çalar gözlerin/yangın mavisine. Hayır, okuduklarının çoğu yalandı, buzullar çevirmişti dört bir yanını. Bu pırıl pırıl ışıltılarda zamanla oynaşan denizde mi yalandı peki? Ah keşke ona da inseydi vahi. O da inanıverseydi şuracıkta gerçeğin bir olduğuna. Aşkın tüm pislikleri yeneceğine… Duyuyor muydu dalgaların sesini, rüzgârın hışırtısını, kızının üstümü açılmıştı gene, gidip bir örtü verip gelseydi, bu ay ne kadar kar etmişti şirketi, ah birde kazandırmasaydı o adamlara tutarlar mıydı onu beş dakika orda. Gitmeliydi, yeterdi bu kadar kaçması hayattan. Kapayarak telefonunu anca bu kadar koruyordu kendini bu modern zamanlardan…

12 Temmuz 2011

:)




düşün ki; sabah sabah solundan kalkmışsın da
başka bi çağa açmışsın gözlerini
öyleki herşey herkese pay edilmiş
ben senle eşitim, sen ötekiyle, öteki kedi köpekle
düşün ki; aşktan ve ölümden dertliymişiz yanlızca…

tk

30 Haziran 2011

mavi'ye




sevdiğim şarabın kızılıydın
içimin karanlığında bi ateş böçeğiydi pırıltın
ah bilebilsen nice sevmiştim seni ben
-ki görmeden ve bir kez olsun dokunamadan mavi tenine...

25 Haziran 2011

Kazım Koyuncu'ya



avucumuzun içinde bi yağmur tanesi
yüreğimizde bi çalı kuşu gibiydin
seni dinlerken bi çocuğun ormanında yürüyor gibiydik...

tk

2 Haziran 2011

yaşanmayan zaman

Dostoyevski'nin ünlü romanı suç ve cezayı okuduğumda yıl 1990 dı. bense yirmili yaşların Alyoşalığı içinde her şeyi bir adım ötemde sanıyor ve uzağımı yakın etmenin hayalleriyle kişiliğimin temellerini atıyordum. romanın ünlü tiplemesi Raskalnikov dünyayı kendi kurgu penceresinden tanımlıyor ve ona kalıcı mutlak adaleti getirecek bir Napolyon sanıyordu kendini. hiç bir işe yaramadığını düşünüp öldürdüğü tefeci kadının parasıyla aklındaki o büyük adaleti kuramayınca kendisiyle hesaplaşıyor ve sonunda bir fahişe olan Sonya'nın aşkına sığınıp ruhunu İsa'ya adıyordu. insanın büyük ve sonsuz gerçeği dinde bulması aradan geçen zamana rağmen pek de değişmedi sanırım.bügün 3 haziran iki bin on bir. şuan bulunduğum yerde saat 12:00. kütüphanemin raflarında duran bu romanı okuyalı yirmi bir yıl olmuş, zaman ne çabuk geçiyor.

Türkiye seçimlere hazırlanıyor, kurgulanmış değerlerin hayatımız için abartılmış anlamlarından sıyrılmak pek kolay olmadığı için olsa gerek siyasetçiler( belkim de seçmenler de) kendini Raskalnikov sanıp tefeci kadını öldürmenin, sonsuz ve kalıcı adaleti kurmanın vaadlerini haykırıyor meydanlarda. oysa bu yaşanmayan zamanda her şey büyük yıldızın parçacıklarından doğmuş bir masaldan ibaret; hem de çokça zaman sonu kötü biten bir masaldan ibaret...

dışarda çok güzel ve sımsıcak bir yaz güneşi ışıldıyor, yapraklar uçuk yeşile boyanmış, çiçekler rengarenk açmışlar. belki şu an bir kaplumbağa yumurtlamak için uygun bir yer aramakta, maviliklerde süzülen bir kartalsa avına dalmaktadır. yani kurgudan uzak bu saf ve tertemiz yaşam büyülü kum saatinden her zamanki gibi akmakta, sevgimle...


Merhaba ölümsüz büyük yıldıza
merhaba mor açan dişi kır çiçeğine
merhaba ak yürekli barış kuşuna
merhaba alın terini silen emekçiye
merhaba büyük düşüne inanan aşığa
merhaba sana ey toprak yürekli sevgilim ölüm

MERHABA!


t.k

19 Mayıs 2011

...

benim mavi çiçeklerim vardı
aynamın öte yüzünde
toplardım onları her sabah
bu taraftaki menekşeler gibi olmasınlar diye

t.k

16 Mayıs 2011

bişiylere dair

kül rengi anılarımız vardı
bi de gümüş kuşlarımız
sesimiz çoğunluk çığ tutar
buzdan kılıçlar keserdi göbeğimizi

tk

8 Mayıs 2011

ANNELİK





çocuklar bi papatya yaprağı gibi tutunurlar anne güneşlerine
kadınca gülümsemektir işte bu;
şu kır çiçekleri de kadın olmalı mor açmışlar bügün çünkü...

t.k

5 Mayıs 2011

MAVİ




sen çok güzelsin; yemin ederimki öyle
Turgut Uyar dizeleri gibisin
büyük saat hiç durmuyor seninleyken
içimde
(keşkem martılarınla da konuşabilseydim)
oysa suskunluğun bi söğüt yaprağı gibi
iç suyuma dokunuyor
özlemin mavi ışıklarla örtüyor yıldızlarımın üzerini
evet sen bu gece çok mavisin gene içimde; yemin ederimki bu böyle...

t.k

3 Mayıs 2011

YÜZÜNE NİSAN YAĞMURLARI ÇİZMEK İSTİYORUM

Uyuyorsun
Yüzünde durgun bir göl yalnızlığı
Beyaz bulutlar
oradan oraya avare

Ömrümüzün çöllerinde
yürek derinliğinde kuyular
içine salınan kovalarda
umutlarımız
Su gibi
berrak
ve saf

Gökyüzünün
kara kaplı defterine
çizilmiş yalnızlıktır yüzün


Şimdi izin verirsen
yüzüne;
Nisan yağmurları çizmek istiyorum...

T.K

26 Nisan 2011

peri




bu sabah yine büyülü gözlerini düşündüm
serin bi mayıs yeli esti içime
bıraksaydım kendimi her yer denizdi
ve her şey yine masmavi...

tk

24 Nisan 2011

dilek

her taraf kapkaranlık ve kadife çiçekleri henüz açmamışlar
art arda gelip geçiyor birbirinin tıpkısı günler
kaplumbağa gibi sırtımda taşıyorum bu kirli çağı
keşke kendim olarak devam edebilseydim yola

tk

21 Nisan 2011

Şirince

bu sabah o büyülü gözlerini düşündüm
masmavi bi deniz oluverdi yüreğim
yetmedi; gülüşün geldi aklıma
üç kırlangıç geçti denizimden...

t.k

30 Mart 2011

yazdan kalma bir günde




pencereye yaklaşıp tülün ardından sokağı izledim. dışarda yazdan kalma bir gün vardı, güneş ışıldadıkça sanki benim içim de ışıyordu. erik ağaçlarının pembe çiçekleri baharın erken müjdecisi gibiydiler. asfalt yolda bir sokak köpeği umarsızca geziniyor, esnaflar birbirleriyle olağan sohbetlerini ediyorlardı. pencereyi aralayınca tatlı bir esinti doldu içeriye. gökyüzünün bitmek bilmez maviliği beni alıp bambaşka bir düşünce çağına götürmüştü gene. insan ne kadar barbar olursa olsun, doğa; işte bu yazdan kalma günde olduğu gibi insanı da kendinden sayıyor, onca şavaşın ve sömürünün lanetine rağmen onu bu güzellikten mahrum bırakmıyordu...


insan çokça zaman susuyor mavi çünkü yol bitiyor. gün geliyor tek başına kalakalıyorsun. o senin sesini duysa bile sana ses veremiyor. çünkü yolun sonunda bile hala her şey çok uzakta, sense her zamanki gibi bu hayatın içindesin. işte modern çile böyle bir şey. çark durmaksızın dönüyor ve senin içinde aşk da umut da her an biraz daha azalıyor...


t.k

9 Mart 2011

SANA DAİR


keşke gerçekten sevmeseydim seni
o vakit çok kolay olurdu her bir şey.
misal ayağımı kaldırmadan bile
bin kez söyleyebilirdim seni sevdiğimi.
öpüşlerim sahte olur,
ne yaparsam yapayım
asla göremezdim ne kadar mavi olduğunu...

t.kurt

7 Mart 2011

SEKİZ MART'A DAİR

Neredeyse Eksiksiz

Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına.
Biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın.
İki gömleğin de ütülendi, çekmecede,
sadece küçük bir gül benim özlediğim.

Çev. Cevat Çapan

Yannis Ritsos

4 Mart 2011

aşka dair

ben bi düş gördüm
ihlamur ağaçlarıyla çevriliydi dört bi yanım
kokladım doyasıya
uyandım!yoktun.

ben aradım seni
her şey uzaktı,
uzak maviydi
mavi sen.

senin gümüşten kanatların vardı
çünkü sen bi periydin
bense kalbini arayan pinokyo...

t.k

21 Şubat 2011

ÖLÜ ZAMANLAR

Tatsız tuzsuzdum. Üzerimde ağır bir yükle uyanmıştım, yataktan kalkmak zor geliyor fakat parmağımı bile kıpraştırma isteği duymuyordum. Duvarların rengi soluk, içerinin havası ölü gibiydi. Pencerenin aralık perdesinden sokağın başındaki çınar ağaçları gözükmekteydi. Ağaçlar yapraksız, hava buz gibi, her şey ama her şey içimdeki denize çok uzak, bense her zamankinden de daha yalnızdım. Ezbere bildiğim birkaç şiiri bile kendime mırıldanamıyordum. Saatlerce o mezarda kaldım. Ne acıkıyordum, ne de susuyordum yalnızca bin bir türlü düşünce biri bitmeden diğerine gide gele aklımı meşgul ediyor, hiçbir şeyin sonuna asla varamıyordum. Takvim ilişti gözüme. 14 Şubat iki bin on bir. Oysa bugün pazardı. Demek gene birikmişti yapraklar. Nerden geldiyse aklıma takvim yapraklarındaki yemek tarifleri geliverdi ama gene acıkmadım, tuhaf bi şekilde midem bulandı. 14 şubat bir şeyleri çağrıştırıyordu ya ne olduğu bir türlü aklıma gelmedi. Kafamın içinde bir fare vardı da sanki durmaksızın kablolarımı kemiriyordu. Ah keşke yeniden uyuyabilseydim. Gözlerimi kapadım koyun saymaya başladım. Koca bir çiftliğim olmuştu ama halâ uyuyamıyordum. Dışarıdan gelen ezan sesiyle gözlerimi açınca aklıma gene bir soru takıldı. Acaba gerçekten tanrı var mıydı? Ne kadar düşündümse de tanrıya dair hiçbir iz bulamadım. Pencerenin aralığından içeri sızan gün ışığı yüzüme düşünce içimde bir şeyler ısınır oldu, artık bu mezardan kalkmak, dışarı çıkmak ister gibi oldumsa da yastıkta başımın oluşturduğu çukurun sıcaklığından vazgeçemedim. Tavanda siyah küçük bir karartı ilişti gözüme. Beyazın sonsuz boşluğundaki bu kara noktanın ne olduğuna yordum aklımı. Bu olsa olsa aşktı ama ölü, artık uçamayan bir aşk. Aşkla alay ettiğim için kendi kendimi azarladım. Mezarımı öyle çok seviyordum ki sanki orada dünyanın dışına çıkmış gibiydim. Kapı zili çalıyordu açmıyordum, telefon çalıyordu açmıyordum, dışarıdan korna sesleri geliyordu bakmıyordum, içimdeki bana kızıyordu, oralı bile olmuyordum…
t.k

20 Şubat 2011

Bir Nisan Yağmuru

“bir nisan yağmuru” nda ıslandın mı hiç
damlalar akıp giderken yüreğinden
fısıltı çığlığın karıştı mı sularına

içindeki çocuk da baktı mı gözlerine
tuttun mu teninin doruğunda göz izini
soludun mu rengini gökyüzünün

ışığın kırıldığı yerde, gülümsedin mi yoksa
gülümsedin mi söyle…


Aynur Uluç

12 Şubat 2011

ŞUBAT

bilirim erik çiçeklerini
nasıl da bitirimdirler
hele ki ısınmaya görsün ortalık.

imlaya da uymuyor
yanı başımdaki o hırçın gerçek
içimde çoook ağır bi yük var

bu sıralar kafakağıdımdaki ismim aslını arıyor
çocukluğunu, yağmurunu, ille de mavisini
oysa aşk kemirgen bir sırdır, bilirim.

cin ali'nin maceralarıyla okumayı sökmüş
çengelli harflerin pramitlerinde yapayanlız bi şairim
bu yıl da geçti ya, belkim başka bi şubata bulurum seni...

t.k

29 Ocak 2011

Rüzgarlı şiir




sor bana; ümidin nerde başlayıp, nerde bittiğini hayatın
ve neden bu kadar karanlık olduğunu kimi sözcüklerin
görüyorsun rüzgar gülünü bile şaşırtıyorum
çünkü; çok çok seviyorum seni...

t.k

20 Ocak 2011

Güvercin

beni gene ırmağa götür
gümüş bir tas çiz sol elime
sonra o büyülü aynada kana kana su içişimi seyret
sen ki beni bir bardak suyla yaratansın
hatır bilmek sendedir
sevmek sende...

t.k

18 Ocak 2011

TUNUS HALKINA SELAM OLSUN

bazıları mansetlerine taşıdılar
bazıları iç sayfalarda küçük sütünlara sığdırdılar ya
bütün gazeteler yazdı bu yangını
çünkü ateşin sesiydi duydukları

13 Ocak 2011

...


pencerede yağmur taneleri fısıldıyor kulağıma,
susup dinliyorum çaresiz,
işte böyle her yerde senin ışıltılar saçan sesin,
suskun ve mavi...
...

biliyor musun kağıttan bir gemidir hayat
yeterki bi ıslanmaya görsün...

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /