28 Mart 2010

UNUTULMUŞ ZAMANLAR ÜZERİNE....



“Bir kazıda yeraltından şiirler çıksa ne olur?
Aynur Uluç”


Henüz bir masal olan şu zamanda ne kadar hafızasız bir varlığa dönüştük böyle, dedim yeraltından çıkardığım şiirleri okuyunca. Neruda’nın Matilda’ya yazdığı şiirler acaba hiç var olmamışlar mıydı? Yoksa o badem çiçekleri açtığında, Şili’de gün bir portakal ağacına benzememiş miydi hiç? Gerçekte çok sevmemiş miydi yoksa şair, tüm denizleri...

Nazi işgalinde düştü düşecekken Paris, Eduard hiç mi hatırlamamıştı sevgilisini? Peki kimin içindi o karartma gecelerinde midesindeki istiridye sancısı? Yalan mıydı; “Lili Marlen” şarkısı çalınınca, şavaşa hiç mi ara vermemişlerdi eşlerini hatırlayan kahraman(!) Nazi askerleri? Yoksa bütün bunlar o Alman şairin uydurmaları mıydı? Ah Brecht neden yıllarca kandırdın bizi?

Peki Paul Ceylan, yoksa sende mi atlamamıştın baş üstü o köprüden, badem çiçekleri açan o denize?

Sovyetleri hayal etmemiş miydi bir kez bile olsun Mayakovski? Eceliyle mi ölmüştü yoksa o da? Yoksa hep kötü bir masal mıydı şu fani dünya?

Anna Frank yurtsuz bir çocuk olarak mı ölmüştü, neden Celile’de kuşları vuruyorlardı; Mahmut Derviş’in şiirlerinde. Vietnam’da, Bosna’da, Mezopotamya’da hangi dilde ağlıyordu analar? “Ben” olmamış mıydı hiç, yoksa adımızı hiç kimse, hiç bir yere çağırmamış mıydı daha? Yoksa uzak bir denizde ölmeyi hiç mi düşlememişti o küçük kara balıklar...

Ey ateşten süzülen yar / ömrümü al / bil ki ben / ömrümü sarıp gül yaprağına / kaç zamandır seni düşledim... Yoksul ellerimle, yoksul ellerini tutup dünyanın, senden başlayıp sana varmak için, binlerce kez yazdığım bu şiirler de mi yalandı? Mavi yeleli atları hiç koşturmamış mıydım yoksa ben de...

Ah niçin yalnızca zaferleri hatırlıyoruz, yoksa bir kişi için olmayan adaletin hiç kimse için adalet olmayacağını haykıran Martin Luther King de bir hayalet miydi? Ya Marks’ın bu soruları yeraltından ne vakit çıkmışlardı bilincime? Babam beni okula gönderirken neler öğrenmemi istemişti, ya annem niçin göbek bağını kesmiş de beni yalnız komuştu, şu lanet olasıca dünyada?

Susun ne olur, susun şimdi!! Yalnızca benliğim kalsın. Hepiniz gidin, O’na haber verin; vaktimin kalanında peri kanatlarıyla sevgilim bu gece bana gelsin yine, adanmışlığın o ana sütü gibi ak ırmağına...

Temel Kurt

24 Mart 2010

karalamalar




Seni bu kadar çok sevdiğimi bilmiyordum,
uzakta bir yerdeydin hep, çok uzaktın bana.
Ama görüyorsun ya bazı şeyler bütün mesafeleri yok ediyor.

16 Mart 2010

YİNE UZAĞA DAİR....

erik çiçekleri açmış
usul usul yağmaya başlamıştı yağmur
sonra güneş açtı
ama soğuktu daha, üşüyordum
ilk kez orada duydum içimdeki kayanın sesini
"daha ne kadar bekleyeceksin Zerdüşt"

yağmur birikintileri oyuklardan akıyordu
bıraksam kendimi ben de akacaktım ya
bir daha hiç duymadım o sesi
oysa şehir bütün seslerini üzerime salmıştı
hala üşüyordum
bir çiçeği koparır gibi koparabilseydim keşke kendimi
ölüm değildi bu. başka bir acıydı. bambaşka bir acı...

sonra neden bilmiyorum suskunlukları sevdiğimi anımsadım
ortalık kararıyor, usul usul dört bir yan ışıklara bürünüyordu
artık kimseciklerin kimseciklere okuma gereği duymadığı eski bir şiir gibiydi an.
ve işte o an
içimin bütün çilelerini unutup
uzak ve karanlık göğün yaldızlı göğsüne dokunmak geçti içimden.

t.kurt

8 Mart 2010

BABAM'A

hey yaşlı kiraz ağacı
neden suskundur çiçeklerin
bak iki serçe konmuş, türkü söylüyor dalında
bırak ölümün uğultusunu mırıldanma.

kim fısıldamıştı kulağına
yolların sonsuz olduğunu
yaşadıkların ne çabuk unutuldu
ah o pembe çiçeklerinin ömrü ne de kısa...

t.kurt

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /