' gün ışığında,ateşli bir sabırla silahlanmış olarak en güzel kentlere gireceğiz.' a.rimbaud
Sunuş
''Rivayet olunur ki kuşların hükümdarı Simurg Anka bilgi ağacının dallarında yaşar ve herşeyi bilirmiş. Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş, kuşlar dünyasında herşey ters gittikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken birgün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Kuşlar Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası etekleri bulutların üzerinde olan kaf dağının tepesindeymiş, oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar yorulanlar ve düşenler olmuş.önce bülbül geri dönmüş güle olan aşkını hatırlatıp, papağan o güzel tüylerini bahane etmiş; oysaki tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış, kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını özlemiş,balıkçıl kuşu bataklığını...
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Altıncı vadi şaşkınlık, yedincisi ise yokoluş vadisiymiş. Kaf dağına vardıklarında otuz kuş kalmış Simurg Anka otuz kuş demekmiş...
Oraya uçanların hepsi Simurg'muş.
Ve herbiri...''*
...
Kimi bir fırtına kuşuydu
kimi bir damla yağmur.
Kiminin tanıdıktı suretleri
kimini hiç tanımadık...
Ufku döven bir demircinin balyozuydu düşleri, günler ağır saatler geçmek bilmiyordu. Beyinlerinin içinde yoğun, telaşlı ve kendileriyle kavgadaydılar. Kentlerin soluk yüzünde yaşamanın öfkesi aramaya itiyordu onları. Bakışları ve yüzleri son yolcusunu bekleyen gemi gibiydi, yüreklerine sığmıyordu bedenleri...
Yaşadılar;
ama yazmadılar anılarını...
Eylem kırmızısı günlerde
rüzgarlara bıraktılar sevinçlerini.
Kafeslerini parçalayıp yüreklerinin
saldılar bütün kuşları maviliklere.
Yasaksız aşkların kaşifleriydiler
imkansız düşlerin Nirvanası.
Renklerin raks ettiği yerde
mehtapta sevişen
kavgada en önde dövüşen
Tanrı kadar cesur
Tanrı kadar korkaktılar...
Turnalar gibi kendi kentlerine uçarlardı,
senfoni gibiydi aşkları.
Bir güne sığarken bazen bir ömür
sığmadı onlar kitaplara.
Güneşi kaldıraçla oynatıp yerinden
şafakta uyandırdılar bizi.
Suların köpürdüğü
düşlerimizin tüm denizleri gezmiş olduğu yerde
tanların koynunda yaşadılar...
t.k
*Feridun Attar'ın "Mantık-ül Tayr" kitabından alıntıdır
6 yorum:
en büyük korkum, tüketim manyaklığından rantı olan çakma devrimcilerin değerlilerimizi popülerleştirmesidir...
"...Anka kuşu ise en önde, atılır da durur. İnadından.
Bu inat, bu istek onun rengarek tüylerini ateşin sıcak yüzü tanıştırır. Yanar kül olur Anka, bir anda…
İnadından..
Ya da hayata tutunmak arzusundan deyin siz isterseniz…
Ancak masal bu ya mucizeler var sonunda. Küller tüylere, tüyler Anka kuşuna dönüşür tekrar, yoktan varolur bir nevi Anka. Ya da daha da güzeli, kendi küllerinden doğra tekrar, tekrar ve tekrar aslında.
Hayat ve ölüm için bu kadar güzel metaforlar olabilir mi? Yanıp kül olmak, küllerinden tekrar doğmak.
Yok oluş ve yaradılışın bir araya gelmesi. Kendi ruhunun sönük ve ölü kalıntılarından yepyeni bir can doğurmak.
Acıyla içinden geçtiğin sürecin sonunda yeni bir hayata başlayabilmek.
Ateşin acısını yeni bir yaşamın umuduna dönüştürebilmek… Orada olup bunu görebilmek…
Coşmak umutlanmak hayata dair ve hayata ilişkin tüm acılardan bir anda bağımsızlaşmak…
Orada değildik ama ne fark eder…
Her gün,
On binlerce anka kuşu görmekte şu yaşlı dünya bilmezmisiniz!..."
Bu da benim 25 Haziran'da yayınlanan "Anka Kuşu isimli yazımdan bir alıntı yaptm.Geçmişte yaşanılanlar, şu anda yaşadıklarımız ve yaşanacaklar aslında hepsi birbirinin sureti...
"Yasaksız aşkların kaşifleriydiler
imkansız düşlerin nirvanası.
Renklerin raks ettiği yerde
mehtapta sevişen
kavgada en önde dövüşen
Tanrı kadar cesur
Tanrı kadar korkaktılar..."
Ancak böyle anlatılabilirdi.
Eylem kırmızısı günlerde
rüzgarlara bıraktılar sevinçlerini.
Kafeslerini parçalayıp yüreklerinin
saldılar bütün kuşları maviliklere...
Korktular! onların yüreklerinden,
gözlerinden...
Bilemedilerki; Onlar gerektiği yerde yüreklerini parçalayıp kuşları salıverirler maviliklere...
Merhaba,
"kedili caz" için çok teşekkür ederim, mest oldum; bu sayede de bu güzel sayfayı keşfettim, sanırım buralarda biraz oyalanacağım...
Sevgiler...
"Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey
Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde
Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi
Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin
Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu"
Bir güneş olmalı yürekleri
kötülükleri yakıp geçen, iyiliğini besleyen.
Mutlu bir geçirmeni diliyorum ve ayrıca ben sana Temel veya Ateşinsesi demek değil müsaadenle direk Ateş demek istiyorum:) Çünkü sen ateşin sesinden çok ateşin kendisisin kelimeleri aleve veren. Hadi kaçtım:)
Yorum Gönder