24 Ocak 2009

KAHRAMAN ASKER ANITI.

Sarkaçlı duvar saati gecenin on ikisini vurduğunda “artık yolun sonuna geldin kahraman asker” diye fısıldadı kendine. Göğsünde parıldayan madalyayı eline alıp yumruğunun içinde sıktı. Bütün öfkesiyle her şeye lanet okudu. Vatanını sevmenin karşılığı sadece bu suskun madalya olmamalıydı. Öfkesi artık onu iyice yönetmeye başlamıştı. Tekerlekli sandalyede nefes nefese o baş, bu baş gidip geliyor ama bir türlü sakinleşemiyordu. Bir ara o haplardan içip sakinleşmek düşüncesi geldi aklına ama artık onların da bir faydası yoktu. Sanki odanın karanlık duvarlarında aç bir kuzgun kanatlarını sonuna dek açmış onun vicdanını gagalamak için bekliyordu. Derinlerden gelen sesler duydu. Belli belirsiz yüzler bir görünüp bir kayboluyor gibiydi. Aslında kimin kim olduğunun da hiçbir anlamı yoktu artık. Kâbuslarından nereye kadar kaçabilirdi onu da bilmiyordu. Oğullarını arayan anaların feryatları en dayanılmaz olanıydı. O zılgıt sesi yok mu; mahşerin çağrısı gibi bütün uykularını kaçırıyordu. Niçin, niçin hiçbir şey gömüldüğü sessizlikte kalmıyor, neden her şey olmadık biçimde açığa çıkıyordu böyle. “artık yolun sonuna geldin kahraman asker” diye tekrar fısıldadı kendine. Bu sözü anımsadıkça ölümün onu çağırdığına olan inancı artıyordu. Donuk bakışlarıyla epey bir zaman olduğu yerde sustu kaldı. Kendine geldiğinde kabzası pırıl pırıl parıldayan beylik tabancası elindeydi. Öldürürken hiç duyumsamadığı bir korku işte tam o sıra gelip bütün bedenini esir almıştı. Korkuyordu kahraman asker. Pencereden içeri sızan ışığa doğru sürdü tekerlekli sandalyeyi. Gece dolunayın ışığında suskundu sokaklar. Ara sıra gecen otomobillerin ışıkları gözünü alıyordu. Ölmek için kötü bir zamandı. Soğuğu oldum olası sevmezdi. Bir ara güneşli bir günde ölmeyi geçirdi aklından ama saçma bir şeydi güneşli bir günde de ölmek. Işığı da sevmezdi oldum olası. Eli bir tetiğe gidiyor, bir geri çekiliyordu. Rus ruleti oynamak geldi aklına. Hayata karşı bu son kumarı kazanacağını düşündü neden bilinmez. İşte o an yine o zılgıt sesini duydu oğullarını kaybeden anaların. Dondu kaldı yine. Kıpırdayamadı. İçeriye sızan ay ışığı da donup kalmıştı bu sesin acısıyla. Sarkaçlı duvar saatinin çınlamasını bekleyip tetiğe dokunmak en iyisiydi. O ana kadar polyanacılık oynamalıydı. En doğrusu buydu. Önce sevdiği yemek adlarını anımsadı, sonra seviştiği kadınları. Ölümüne şapka çıkaracak kalabalıkları hayal etti. Bir heykelin yüzünde kasılıp kaldı sevinci. Sonra yine sustu. Beklemeye başladı o son çınlamayı. Tetiğe dokunurken bir kuzgun ötüşü gibi çınladı kulaklarında tüm yaşadıkları. Artık renkler solmuş, her şey o sonsuz griliğin ardına saklanmıştı.

Kahraman asker ölmüştü.

Temel Kurt

1 yorum:

Adsız dedi ki...

vatanı sevmek nedir?
vatan nasıl sevilir?
hangi davranışlar, hangi hizmetler vatan sevgisinin ölçüsüdür?
hangi tarafta olursa olsun evlatları ölen analar vatanı sevmiyorlar mı?
bu değerleri kimler belirliyor?

öfff temel, bir sürü soru takıldı kafama...
bu da benim vicdanımın sesi olsa gerek.

sevgimle kal. çavbella.

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /