Televizyon kanallarındaki bin bir surat
yalan makinelerinin ballandıra ballandıra anlattığı reklamlar furyasında bir
mezar çukurunda böceklerin yediği kadavra gibiydi akıl. bu oldu bitti
içerisinde memlekette cumhurbaşkanlığı seçimi olmuş,insanlar cumhurbaşkanı
seçmek yerine kendilerine bir sultan seçmeyi tercih etmişti. İnsanların
kalplerini saran karanlık öyle çoğalmıştı ki, artık hiç tanımadığınız biriyle
konuşmaktan çekinir olmuştunuz, çünkü mankafaların çekilmez muhabbetleri
ölümden bile beterdi.gecenin karanlığında ışıyan yıldızlar gibi suskun ve
erişilmez bir umuttu içimizde kalanlar.annelerimizin o şefkat dolu seslerini
arıyor ama hiçbir yerde bulamıyorduk.ruhumun daraldığını hissediyor, kendimi
yapayalnız duyumsuyordum. Bir fırtına çıksa,bir deprem olsa,yıkılsa bu çağ ve
yeni yepyeni bir zaman başlasa dediğim bile oluyordu.niye böyle düşünüyordum
bilmiyordum.bazen telefonu elime alıyor arayacak bir dost bile bulamıyordum,
herkes çekilmez geliyordu. Oysa çok içmek, çok dertleşmek,çok dinlemek,başka birininde
bu acıları yaşadığını bilmek istiyordum. Bazen de bir kadınla yatmak istiyor,
bedenimdeki volkanın lavından kurtulmayı düşünüyordum. Kredi kartlarını
kırmak, başka bir şehre taşınmak, her şeyi yeniden öğrenmek, küçük sevinçlerle
büyük mutlulukları yaşamak istiyordum. Ama olmuyordu.
O sabah neden o tren garına gitmiş,
bilmediğim o uzak şehre neden bilet almış, sonra ilk durakta neden
inmiştim,bilmiyordum. İşte gene iş yerindeydim. Cazırtılı sesler korosu
durmaksızın çalmaktaydı. Aklımdaki tek düşünce tez vakit akşamın olmasıydı.
Karanlıkta kendimi daha bir huzurlu hissediyordum. Akşam oluyordu, gece
ilerliyordu ama huzur uzaktı hala. Dünyaya dayanamıyordum. Her şey gün be gün
uzaklaşıyordu kalbimden. Misal kitap okurken anlatılan konudan
kopuyor,sanki gizli bir kapıdan geçiyor, orada aklımın uğultusunu dinliyordum.
Sonra bir sigara yakıyor, aklımın uğultusununda kendimi kendime iyice bir
düğümlüyor,kördüğüm oluyordum.
Durumum iyi değildi. dışardan eli ayağı
düzgün biri gözüksem de yaşayan bir ölü gibiydi içim. Neden bilmiyorum o akşam
şiir okuyasım tuttu gene. Uzun zamandır dokunmadığım o yıllığı aldım elime, oku
babam oku. Epey okudum. Sanki dizeden dizeye bir bayrak yarışındaydı sözcükler.
Sonra ulan sende yazardın bir vakitler, dedim kendi kendime, aradım buldum o
karalama defterimi. Rastgele açtım.
“Epey epey zaman
sonra
Artık hiçbir anahtar düşlerinin kilidini açamadığında
Sözcüklerin gümüş suskunluğunu öğrendiğinde yani
Sana lavanta kokulu sular içirdiğim bu sabahı anımsa
Bilirim her şeyi eskitir zaman
Kendine düğümler insanı
Gene de elinden gelirse,becerebilirsen eğer
Sakın unutma beni..!”
Artık hiçbir anahtar düşlerinin kilidini açamadığında
Sözcüklerin gümüş suskunluğunu öğrendiğinde yani
Sana lavanta kokulu sular içirdiğim bu sabahı anımsa
Bilirim her şeyi eskitir zaman
Kendine düğümler insanı
Gene de elinden gelirse,becerebilirsen eğer
Sakın unutma beni..!”
2001/adalar
Bir kelebeğin mavi kanatlarının
nakış nakış işlenmesi gibi okuduğum bu şiirde beni onun o unuttuğum sevgisiyle
yeniden nakış nakış işlemiş, hatırlamanın o suskun, o vadedici erdemiyle
bana sevgileri unutmamayı bir kez daha öğretmişti.
tk
1 yorum:
Belkide hayat tek bir zamandan ziyade küçük parçalardan oluşan bir bütündür.Her bir ölümde, ayrılıkta, yanılgıda bitiyor ve yeniden başlıyordur..
Yorum Gönder