14 Mart 2009

yaşamdan hikayeler-1




Geldi geleli içindeki yalnızlık; ne yapsa, ne etse bir türlü dinmek bilmiyordu. O yakıcı çöllerde bile böyle değildi oysaki. Özlemlerine kavuşmanın tedirginliğiyle bir günde doldurmuştu koca evi kolilere. Uzak kaldığı ailesi yanı başındaydı ama yine de içinde bir yabancılık, bir sahipsizlik duygusu; sanki düşmüş bir uçağın kara kutusunu arıyordu yana yakıla… Belki de kuruntu ediyorum, diye geçirdi içinden. On dakikadır sıra beklediği koltukta karıştıracak dergiler arandı. Konuşmalara istemeden kulak veriyordu. Kuafördeki kadınların derdiyse başkaydı. İçini bir sıkıntı bastı. Çılgınca alış veriş etmek, sokaklara atmak kendini, yürümek, demli bir çay içmek geçti içinden. Saçını başını unuttu…

İğneden ipliğe ne ararsan bulabileceğin üç katlı mağaza alışveriş çılgını kadınlarla doluydu. Koca mağazada beğendiği bir şey bulamayınca oradan da çabucak sıkıldı. Sokağa attı kendini. Dükkânların vitrinlerinde gördüğü ayakkabıları izledi uzun uzun. Çiçeğe durmuş erik ağaçları sessizce baharı müjdeliyor, sel olup akan kalabalıkların aksine bu hafta sonu caddeden tek tük gelip geçen yolcular ekmek kırıntısı aranan serçeleri pek de ürkütmüyordu. Yolu iskeledeki çay bahçesinde son bulduğunda içi biraz olsun ferahlamıştı. İnce belli bardakta içtiği demli bir çay onu iyice kendine getirdi. Daha ilk yudumda içi sımsıcak kaynamaya başlamıştı bile. Saçlarını yaptırmadığına hiç pişman değildi. Saçlarından sarkan kıvırcık bir bukleyle oynaşırken tıpkı atlıkarıncadaki bir çocuğu andırıyordu. İskeleye yanaşan vapurların düdük sesleri, etrafta oturan üniversite öğrencilerinin senli benli konuşmaları arasında bol bol içtiği demli çaylarla akşamı etti. Bir güzel acıkmıştı da. Evine gidip koca bir tabak salata yapmak ve bol bol makarna yemek istedi canı. Rejimde olduğu aklına geldiyse de artık asi yanı onu çoktan ele geçirmişti. Hesabı ödeyip o sarı taksilerden birine el etti. Yıllarca özlemini çektiği memleketinde olup bitenlere dair haber spikerinin duyurduğu haberler içini nedense sıkıntıya boğdu. Yaklaşan secimler, küresel ekonomik kriz, lotonun büyük ikramiyesi için kuyruğa giren milyonlarca insan, çeteler……. geleceğe dair hiç umut vaat etmiyordu. Başını sarı taksinin buğulu çamına yaslayıp İstanbul da ortalığı usul usul kaplayan akşam karanlığında tıpkı bir panayır yerini andıran vitrin ışıklarını seyrederek evine vardı.

Zile basıp kapının ona içerden açılmasını düşündüyse de anahtarını çevirip kapıyı açtı. İçerisi suskun ve karanlıktı. Duvarda lambanın düğmesini bulunca bütün bu düşüncelerden de kurtuldu. Işık her şeye anlam veriyordu. Yol yorgunu bedeninin kanepenin üzerine bıraktığında karşı duvardaki çiviye asılı üniversite yıllarında çektirdiği fotoğraf ilişti gözüne. Erciyes’in karlı doruklarında kalbinin küt küt attığı günleri anımsadı. Daha küçümen bir kızken evin çatısına çıkıp yıldızlara dokunmak için uzattığı merdivenden paldır küldür düştüğü günden bu yana kayaların ıslığını fısıldayan rüzgârları içine çekmek, dağlarla dost olmak, kar koklamak onun vazgeçilmezi olmuştu. On yıl öncesindeki gülüşü hâlâ sönmemiş bir çoban ateşini andırıyordu.

Epey bir zaman o kanepede uzandıktan sonra açlığı kendini hatırlatınca kalkıp mutfakta aldı soluğunu. Hünerliydi salata yapmakta. En çok da domatesleri dilimlerken kendini izlemeyi severdi. Makarnayı suya salınca sosu hazırlamaya girişti. Masayı donatıp bir kadeh de kırmızı şarap doldurdu kendine. Duvardaki sarkaçlı saat her zaman olduğu gibi saat başını vurdu yine. Masaya biri bar taburesini andıran iki sandalye daha koymuştu. Gidip Cemali’yi ve kuzuyu da çağırdı yemeğe. Cemali yüksek olan koltuğa oturdu, kuzu diğerine. Neden bilinmez Cemali’nin pek iştahı yok gibiydi. Böyle yersen asla canlanamazsın ufaklık, dedi gülümseyerek. İçten gülümseyince Ege'nin mavi sularına benzerde yüzü. Kuzunun iştahınaysa diyecek yoktu. Ne bulursa silip süpürüyordu. Bir an elimde sihirli bir değneğim olsa şu oyuncaklara can versem, diye geçirdi aklından ama sonra onların böyle bu sessizlikleriyle daha güzel olduklarını düşünüp bu dileğinden vazgeçti. Evet, gerçekten de suskun halleriyle daha güzellerdi…


Nedense masayı öylece bırakıp yatağına gitti. Yüz altmış beşinci sayfasında kaldığı romanı bir on sayfa daha okuyup sıkılmadan kapattı. İçinde kendini bulamadığı kitaplar çekilmez oluyordu. Televizyonu açıp kanallar arasında gezindi. İlgisini çekecek hiçbir şey bulamadı. Masanın üzerinde duran otomobilinin anahtarları gözüne ilişince aklından çıkıp bir Ankara’ya gidip gelmek geçti. Yolları oldum olası sevmişti ama uyku daha tatlı geldi. Mavi ışığın gölgesinde kıvrıldığı koca yatakta uyuyakaldı.


Zambağın somutlaşmış çırakları çalarken uyandı.

t.kurt

5 yorum:

... dedi ki...

....
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
............
......
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.


Konstantinos Kavafis

Nalan Göksu dedi ki...

Hmm...:)))))Ellerine saglik!Cemali ve Kuzu cok sevdi hikayeyi, ne de olsa bi hikayenin icinde ilk defa geciyorlardi:)

laleninbahcesi dedi ki...

Ah Temel çok güzeldi hele de içinde tanıdık imgeler olması daha da güzel yaptı. Sevgiler sana

Adsız dedi ki...

" Zambağın somutlaşmış çırakları çalarken uyandı."

yaşam...
nedir ki?
bir gün onca yaşanmışlığıyla bitiverir biri hiç yaşanmamış olur...

başka bir yerde bir diğeri o yaşananlardan habersiz sanki en güzelini o yaşayacakmış gibi başlar koşar adım yeniymiş gibi yaşama...

işte bu...
ve yazılınca ölümsüzleşir yaşamlar.


sevgimle kal ateşinsesi. çavbella.

Adsız dedi ki...

Iyi bir baslangic

Yeni adresim

ara ara aşağıdaki adresimde yazacağım https://atesinsesi.wordpress.com/ /